Mektubat

Mektubat, Sekizinci İşaret, 179. sayfadasınız.

tehdidine karşı, yalana mukàbil sükût etmeleri mümkün değildir. Madem sükût ettiler; o haberi kabul ettiler, mânen iştirak edip tasdik ediyorlar demektir.
ÜÇÜNCÜ MİSAL: Gazve-i Buvat'ta, yine Buharî, Müslim başta, kütüb-ü sahiha beyan ediyorlar ki:
Hazret-i Câbir dedi ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti:
نَادِ بِالْوُضُوءِ "Abdest almak için nida et" dediler. "Su yok" denildi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dedi: "Bir parça su bulunuz." Gayet az su getirdik. Sonra, o az su üstüne elini kapadı, birşeyler okudu, bilmedim ne idi. Sonra ferman etti: رِدْنَا بِجَفْنَةِ الرَّكْبِ Yani, "Kàfilenin büyük teştini (tekne) getir." Bana getirildi; ben de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın önüne koydum. O da elini içine koydu, parmaklarını açtı. Ben de o az suyu, mübarek eli üzerine döküyordum. Gördüm ki, mübarek parmaklarından kesretle su aktı, sonra teşt doldu. Suya muhtaç olanları çağırdım. Bütün geldiler, o sudan abdest alıp içtiler. Ben dedim: "Daha kimse kalmadı." Elini kaldırdı; o cefne (yani tekne) lebâleb dolu kaldı.1
İşte, şu mu'cize-i bâhire-i Ahmediye (a.s.m.) mânen mütevatirdir. Çünkü, Hazret-i Câbir o işte başta olduğu için, birinci söz onun hakkıdır; o, umumun namına ilân ediyor. Çünkü o vakit hizmet eden o zât idi; ilân, başta onun hakkıdır. İbni Mes'ud da aynen rivayetinde diyor ki: "Ben gördüm ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın parmaklarından çeşme gibi su akıyor."2 Acaba, meşâhir-i sıddıkîn-i Sahabeden olan Enes, Câbir, İbni Mes'ud gibi bir cemaat dese, "Ben gördüm"; görmemesi mümkün müdür?
Şimdi şu üç misali birleştir, ne kadar kuvvetli bir mu'cize-i bâhire olduğunu gör. Ve üç tarik birleşse, hakikî tevatür hükmünde parmaklarından su akmasını kat'î ispat eder. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın on parmağından on musluk

tehdidine karşı, yalana mukàbil sükût etmeleri mümkün değildir. Madem sükût ettiler; o haberi kabul ettiler, mânen iştirak edip tasdik ediyorlar demektir. ÜÇÜNCÜ MİSAL: Gazve-i Buvat'ta, yine Buharî, Müslim başta, kütüb-ü sahiha beyan ediyorlar ki: Hazret-i Câbir dedi ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti: نَادِ بِالْوُضُوءِ "Abdest almak için nida et" dediler. "Su yok" denildi. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dedi: "Bir parça su bulunuz." Gayet az su getirdik. Sonra, o az su üstüne elini kapadı, birşeyler okudu, bilmedim ne idi. Sonra ferman etti: رِدْنَا بِجَفْنَةِ الرَّكْبِ Yani, "Kàfilenin büyük teştini (tekne) getir." Bana getirildi; ben de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın önüne koydum. O da elini içine koydu, parmaklarını açtı. Ben de o az suyu, mübarek eli üzerine döküyordum. Gördüm ki, mübarek parmaklarından kesretle su aktı, sonra teşt doldu. Suya muhtaç olanları çağırdım. Bütün geldiler, o sudan abdest alıp içtiler. Ben dedim: "Daha kimse kalmadı." Elini kaldırdı; o cefne (yani tekne) lebâleb dolu kaldı.1 İşte, şu mu'cize-i bâhire-i Ahmediye (a.s.m.) mânen mütevatirdir. Çünkü, Hazret-i Câbir o işte başta olduğu için, birinci söz onun hakkıdır; o, umumun namına ilân ediyor. Çünkü o vakit hizmet eden o zât idi; ilân, başta onun hakkıdır. İbni Mes'ud da aynen rivayetinde diyor ki: "Ben gördüm ki, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın parmaklarından çeşme gibi su akıyor."2 Acaba, meşâhir-i sıddıkîn-i Sahabeden olan Enes, Câbir, İbni Mes'ud gibi bir cemaat dese, "Ben gördüm"; görmemesi mümkün müdür? Şimdi şu üç misali birleştir, ne kadar kuvvetli bir mu'cize-i bâhire olduğunu gör. Ve üç tarik birleşse, hakikî tevatür hükmünde parmaklarından su akmasını kat'î ispat eder. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın taştan on iki yerde çeşme gibi su akıtması, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın on parmağından on musluk