Lem'alar

Lem'alar, Altıncı Nükte, 429. sayfadasınız.

ÜÇÜNCÜ KELİME:Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân hakàik-ı îmâniyeyi umum tabakàt-ı beşere ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve iknâ etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar ettiği için, ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulemâ-i Yehûd, Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taarruz ettiklerine mânen bir cevaptır. Şöyle ki:
Âyet-i kerîme der: "Tahkik ve iknâ gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umûmun, bilhassa avâmın kalbinde yerleştirmek için, erkân-ı îmâniye gibi herbir meselesi bin mesâil kıymetinde ve binler hakàikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı, mûcizâne tarzlarda tekrarını, hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermâyenin noksâniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihâyetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı İlâhîden alınan ve âlem-i gayb hesâbına âlem-i şehâdete müteveccih olup, cin, ins, ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında tanînendâz olan Kur'ân'ın menbaı bulunan Kelâm-ı Ezelînin kelimâtını saymak için denizler mürekkep olsa, zîşuurlar kâtip, nebâtâtlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar, yine bitiremezler. Çünkü bunlar mütenâhi, o ise nihâyetsizdir."
DÖRDÜNCÜ KELİME: Mâlûmdur ki, umulmadık birşeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususen cevv-i semâ ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvâri sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor. Hususen dağ cesâmetinde bir fonoğrafın nağamâtı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celb eder. Hususen semâvât tabakalarını plâklar ittihâz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden sadâ-yı semâvî-i Kur'ânîyi,

ÜÇÜNCÜ KELİME:Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân hakàik-ı îmâniyeyi umum tabakàt-ı beşere ders verdiği için, tesbit ve tahkik ve iknâ etmek hikmetiyle, bir hakikati zâhiren tekrar ettiği için, ehl-i ilim ve ehl-i kitap bulunan o zaman ulemâ-i Yehûd, Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın ümmîliğine ve kıllet-i ilmine gayet haksız bir taarruz ettiklerine mânen bir cevaptır. Şöyle ki: Âyet-i kerîme der: "Tahkik ve iknâ gibi pek çok hikmetler için ayrı ayrı faydalar nokta-i nazarında çok müteaddit neticeleri bulunan bir hakikati, umûmun, bilhassa avâmın kalbinde yerleştirmek için, erkân-ı îmâniye gibi herbir meselesi bin mesâil kıymetinde ve binler hakàikı tazammun eden meseleleri ayrı ayrı, mûcizâne tarzlarda tekrarını, hasr-ı kelâmî ve kusur-u zihnî ve sermâyenin noksâniyetinden değildir. Belki hadsiz, nihâyetsiz hazine-i ezeliye-i kelâm-ı İlâhîden alınan ve âlem-i gayb hesâbına âlem-i şehâdete müteveccih olup, cin, ins, ruh, melekle konuşan ve her ferdin kulağında tanînendâz olan Kur'ân'ın menbaı bulunan Kelâm-ı Ezelînin kelimâtını saymak için denizler mürekkep olsa, zîşuurlar kâtip, nebâtâtlar kalem, belki zerratlar kalem ucu olsalar, yine bitiremezler. Çünkü bunlar mütenâhi, o ise nihâyetsizdir." DÖRDÜNCÜ KELİME: Mâlûmdur ki, umulmadık birşeyden kelâmın sudûru, kelâmı ehemmiyetleştirir; kendini dinlettiriyor. Hususen cevv-i semâ ve bulutlar gibi büyük cirmlerde tekellümvâri sadâlar dahi ehemmiyetle herkese kendini dinlettiriyor. Hususen dağ cesâmetinde bir fonoğrafın nağamâtı daha fazla kulağın nazar-ı dikkatini celb eder. Hususen semâvât tabakalarını plâklar ittihâz edip küre-i arzın kafasına işittirmek için sudûr eden sadâ-yı semâvî-i Kur'ânîyi,