Mektubat

Mektubat, On Altıncı İşaret, 234. sayfadasınız.

Bu yedi misal gibi çok hâdiseler vardır. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve eimme-i hadîs, Hazret-i Aişe'den naklediyorlar ki:
  وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ 1 âyeti nâzil olduktan sonra, ara sıra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı muhafaza eden zâtlara ferman etti:
يَۤا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَنِى رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ Yani, "Nöbettarlığa lüzum yok. Benim Rabbim beni hıfz ediyor."2
İşte, şu Risale de, baştan buraya kadar gösteriyor ki, şu kâinatın her nev'i, her âlemi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanır, alâkadardır. Herbir nev-i kâinatta onun mu'cizâtı görünüyor. Demek, o zât-ı Ahmediye (a.s.m.), Cenâb-ı Hakkın—fakat "kâinatın Hâlıkı" itibarıyla ve "bütün mahlûkatın Rabbi" ünvanıyla—memurudur ve resulüdür. Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur; başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, mülkiye dairesi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, bütün devâir-i saltanat-ı İlâhiyede, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife onu tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü'l-Enbiyâ ve Resulü Rabbi'l-Âlemîndir. Ve umum enbiyanın fevkinde, risaletinin şümulü var.
ON ALTINCI İŞARET
İrhasat denilen, bi'set-i nübüvvetten evvel, fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen harikalar dahi delâil-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır.

Bu yedi misal gibi çok hâdiseler vardır. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim ve eimme-i hadîs, Hazret-i Aişe'den naklediyorlar ki:   وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ 1 âyeti nâzil olduktan sonra, ara sıra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı muhafaza eden zâtlara ferman etti: يَۤا اَيُّهَا النَّاسُ انْصَرِفُوا فَقَدْ عَصَمَنِى رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ Yani, "Nöbettarlığa lüzum yok. Benim Rabbim beni hıfz ediyor."2 İşte, şu Risale de, baştan buraya kadar gösteriyor ki, şu kâinatın her nev'i, her âlemi, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı tanır, alâkadardır. Herbir nev-i kâinatta onun mu'cizâtı görünüyor. Demek, o zât-ı Ahmediye (a.s.m.), Cenâb-ı Hakkın—fakat "kâinatın Hâlıkı" itibarıyla ve "bütün mahlûkatın Rabbi" ünvanıyla—memurudur ve resulüdür. Evet, nasıl ki bir padişahın büyük ve müfettiş bir memurunu herbir daire bilir ve tanır; hangi daireye girse onunla münasebettar olur. Çünkü umumun padişahı namına bir memuriyeti var. Eğer meselâ yalnız adliye müfettişi olsa, o vakit adliye dairesiyle münasebettar olur; başka daireler onu pek tanımaz. Ve askeriye müfettişi olsa, mülkiye dairesi onu bilmez. Öyle de, anlaşılıyor ki, bütün devâir-i saltanat-ı İlâhiyede, melekten tut, tâ sineğe ve örümceğe kadar herbir taife onu tanır ve bilir veya bildirilir. Demek, Hâtemü'l-Enbiyâ ve Resulü Rabbi'l-Âlemîndir. Ve umum enbiyanın fevkinde, risaletinin şümulü var. ON ALTINCI İŞARET İrhasat denilen, bi'set-i nübüvvetten evvel, fakat nübüvvetle alâkadar olarak vücuda gelen harikalar dahi delâil-i nübüvvettir. Şu da üç kısımdır.